Kıbrıs meselesi, sadece etnik çatışmaların değil, aynı zamanda Avrupalı güçlerin tarihsel bakış açıları ve kültürel önyargılarının da bir ürünüdür. Özellikle İngiltere’nin 19. yüzyıldan itibaren Yunanistan’a ve Yunan kimliğine olan hayranlığı, Kıbrıs’taki Rumların Helenleştirilmesini teşvik etmiş ve Türk toplumunun geri plana itilmesine zemin hazırlamıştır. Peki, bu tarihi süreçte İngilizlerin rolü neydi ve Kıbrıs'taki Türk-Rum ayrımı nasıl derinleşti?
İngiliz Hayranlığı ve Kıbrıs'a Etkileri
18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da, özellikle de İngiltere’de Antik Yunan’a duyulan hayranlık oldukça yaygındı. İngiliz aydınları, sanatçıları ve siyasetçileri Yunanistan’ı Batı medeniyetinin beşiği olarak görmekteydi. Bu düşünce, modern Yunan devletinin 1830’da Osmanlı’dan bağımsızlık kazanmasını destekleyen Batılı kamuoyunu şekillendirmiştir. Bu romantik yaklaşım, Antik Yunan’la modern Yunan halkı arasında doğrudan bir soy bağının olduğu inancını doğurmuştur. İngilizler bu çerçevede Yunan halkını bir tür “medeniyetin mirasçısı” olarak görmüş, onları Doğu halklarından, özellikle de Osmanlı Müslümanlarından üstün konumlandırmıştır. Bu önyargı, İngilizlerin sömürgeci politikalarında da yerini bulmuş; Kıbrıs’ta Rumlar daha "uygar" bir toplum olarak kabul edilirken, Türkler geleneksel, geri kalmış ve doğulu bir unsur gibi resmedilmiştir.
Kıbrıslı Rumlar tarihsel olarak Ortodoks Hristiyan kimliği temelinde Yunan kültürel kimliğine yakın durmuşlardır. Ancak, Kıbrıs’taki Rumlar genetik olarak doğrudan Yunanistan’daki halkla birebir aynı değildir; bu benzerlik, daha çok dil, din ve kültürel bağlarla pekişmiştir. Yani Kıbrıslı Rumlar, Osmanlı döneminden itibaren Helen kimliğini benimsemiş ve özellikle 19. yüzyılda gelişen "Enosis" (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) ideali etrafında birleşmişlerdir. Bu süreçte Yunanistan’dan gelen eğitimciler, kilise destekli propaganda ve İngilizlerin Rumlara tanıdığı ayrıcalıklar, adadaki Türk-Rum ayrımını derinleştirmiştir. Dolayısıyla İngiliz yönetimi döneminde Kıbrıs’ta etnik kimlikler sadece demografik gerçeklerle değil, dış güçlerin tarihsel önyargılarıyla da şekillenmiştir.
Kıbrıs Türkleri: Marjinalleşen Toplum
İngilizler Kıbrıs’ı Osmanlı’dan aldıklarında adada iki ana toplum olduğunu biliyorlardı. Ancak zamanla özellikle eğitim, kilise ilişkileri ve siyasi katılım gibi alanlarda Rumlara daha fazla alan tanımışlardır. Böylece Kıbrıs Türkleri, hem nüfus hem de siyasi temsil açısından giderek marjinalleştirilmiştir. Tüm bunlar, bugünkü ayrışmanın temel taşlarını oluşturmuştur. Kıbrıs’taki Türk toplumu bu süreçte yalnızca azınlık değil, aynı zamanda Batılı değer yargılarının dışladığı bir topluluk hâline gelmiştir.
Bugün gelinen noktada ise Türkiye, sadece diplomatik söylemlerle değil, kültürel ve teknolojik hamlelerle de bölgedeki varlığını açıkça göstermektedir. Özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde düzenlenen TEKNOFEST gibi büyük organizasyonlar, yalnızca bir teknoloji fuarı ya da gençlik etkinliği değil; aynı zamanda bir gövde gösterisi ve Türkiye’nin "biz de buradayız" mesajının güçlü bir ifadesidir. Bu tür etkinlikler, yıllardır ötelenen ve yok sayılan Kıbrıs Türk halkının yalnız olmadığını dünyaya duyurma iradesidir. Türkiye bu tavrıyla, Kıbrıs meselesini yalnızca bir geçmiş meselesi değil, aynı zamanda geleceğe dair bir hak, bir onur ve bir bağımsızlık meselesi olarak görmektedir.
Kıbrıs sorununun çözümü yalnızca diplomatik masa başı görüşmelerle değil, tarihsel adaletsizliklerin tanınması, kültürel eşitliğin kabulü ve Türk varlığının uluslararası platformda meşruiyetinin pekiştirilmesiyle mümkündür. Bu çerçevede, yalnızca barışçıl söylemler değil, güçlü adımlar ve kararlı duruş da çözüm sürecinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir.