Lübnan, 2019 yılında benzeri görülmemiş kitlesel protestolara sahne oldu. Başlangıçta yeni vergi düzenlemelerine karşı başlayan bu gösteriler, kısa sürede ülkenin köklü mezhepçi yapısına ve ekonomik sorunlarına odaklanan geniş çaplı bir harekete dönüştü. Meydanlar doldu taştı, hükümet istifa etmek zorunda kaldı ve 2022 seçimlerinde bazı protestocu adaylar meclise girmeyi başardı. Ancak, Lübnan'ın siyasi ve toplumsal düzeninde köklü bir değişim yaşanmadı. Peki, bu protestolar ne anlama geliyordu?
Mezhepçilik ve Açlık Arasında Sıkışan Lübnan
Tıpkı Şili'de olduğu gibi, Lübnan'daki olaylar da basit bir kıvılcımla başladı. Hükümetin WhatsApp ve FaceTime gibi uygulamalar üzerinden yapılan görüşmeleri vergilendirme önerisi, zaten ekonomik krizin altında ezilen halkın öfkesini tetikledi. Lübnan Lirası'nın %90 değer kaybetmesi, işsizliğin %25'lere ulaşması ve kamu hizmetlerinin çökmesi, bu patlamanın zeminini hazırlayan faktörlerdi. Sokaklardaki öfke, ekonomik sorunların siyasi statükoyla olan derin ilişkisini açıkça gösteriyordu. Lübnan'da siyasi yönetim mezhepsel temellere dayanırken, liderler genellikle ülkenin sermayesini kontrol eden güçlü ailelerin temsilcileriydi. Bu durum, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin de mezhepsel ayrımlara göre şekillenmesine neden oluyordu.
'Yumurta': Tamamlanmamış Bir Hayalin Sembolü
Lübnan İç Savaşı'ndan sonra imzalanan Taif Anlaşması, mezhepçi statükoyu devam ettirdi. Başkent Beyrut'taki Şehitler Meydanı'nda bulunan ve "Yumurta" olarak bilinen tamamlanmamış bir sinema binası, bu çıkmazın sembolü haline geldi. Ancak, protestolar sırasında bu harabe yapı, bir umut ışığına dönüştü. İçindeki "sinema salonu", akademisyenlerin ders verdiği bir alana dönüştü ve duvarları protestoların sloganlarıyla doldu. Duvarlardan birinde yazan "Hangisi daha korkunç: Mezhep mi, açlık mı?" sorusu, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu temel sorunu özetliyordu.
Hizbullah'ın Rolü ve Trablusşam'ın Direnişi
Protestolar sırasında en çok merak edilen konulardan biri Hizbullah'ın tutumuydu. Başlangıçta göstericilerin taleplerini destekleyen Hizbullah, daha sonra "İsrail ve ABD'nin olası müdahalesi" nedeniyle farklı bir tavır sergiledi. Ancak, protestoların Lübnan'ın her yerine yayılması, özellikle Trablusşam gibi muhafazakar olarak bilinen bir kentte büyük yankı uyandırması, mezhep odaklı olmadığının bir göstergesiydi. Hizbullah'ın kalelerinden biri olan Nebatiye'nin yanındaki Kfar Roummane köyünde kurulan direniş çadırı ise, eylemler süresince yıkılmayan tek çadır olarak sembolleşti.
Kfar Roummane'deki eylemcilerden Abu Ali, ülkedeki mezhep temelli siyasi hattı eleştirerek, "İktidarın tüm partileri din temelli: Emel, Hizbullah, [İlerici] Sosyalist Parti, Falanjist Parti. İstediğimiz yeni ve genel bir seçim. Ve bu seçimin dinler arasında olmamasını sağlamak. Biz mezhepçi bir sisteme karşıyız. Üstelik tüm sorunlarımız birbirine bağlı: Ekonomik, mezhepsel, toplumsal sorunlarımız. Hepsine birden cephe aldığımız için yaşananlara ‘devrim’ diyoruz." şeklinde konuştu.
Sonuç: Sadece Öfkeli mi Olacağız?
Protestoların ardından hükümetin istifa etmesi bir kazanım olsa da, Lübnan'ın siyasi yapısında köklü bir değişim yaşanmadı. Ekonomik kriz derinleşti, enflasyon arttı ve halk kendi parasına ulaşmakta zorlandı. İsrail'in saldırılarıyla birlikte bu durum tam anlamıyla bir felakete dönüştü. Peki, Lübnan'daki protestolar hiçbir işe yaramadı mı? Elbette hayır. Lübnan toplumu, uzun bir aradan sonra kendi mezhepçi düzenine karşı cesur bir adım attı. Önemli olan, bu deneyimden ders çıkararak gelecekte daha etkili bir değişim için mücadele etmektir. LKP Siyasi Büro Üyesi Raghid Jraidini'nin dediği gibi, "İnsanlar sokağa çıkacak, bu kesin. Önemli olan, bu sokak performansına yön verebilecek bir siyasi hareketin olup olmadığıdır. İnsanlar sadece öfkeli bir şekilde bağıracak mı? Yoksa bu insanlar tarafından yaratılan bir siyasi hareket olacak mı?"